Perşembe, Kasım 30, 2006

Sevgi veremeyen bir insan mı oldum?

Son zamanlarda bu soruyu sık sık sorar oldum kendime. En yakınlarımla ilgili olarak degil de arkadaşlarımla ilgili daha çok. İnsanlara soğuk davranmıyorum, davranmam için bir sebebim de yok zaten. Ama bazen o ilişkiyi bir adım öteye götürebilen minik jestler vardır, insanı mutlu eder. Onlardan verdiğimden çok aldığımı farkettim çevremden. Bilmiyorum, bir tıkanıklık hasıl oldu gibi hissediyorum son zamanlarda. Hem çok seviniyorum böyle güzelliklere, hem de biraz vicdan azabı duyuyorum yeterince karşılık veremiyorum diye düşünerek. Gerçekten veremiyor muyum, yoksa sadece bir kuruntu mu bu düşündüklerim onu da tam bilemiyorum sanırım. Umarım verebiliyorumdur.


PS: tamamen konuyla alakasız: kasmadan ‘sık sık veya
sıkıcı’ yazabilmek ne güzelmiş ya :)

Çarşamba, Kasım 29, 2006

Sam Amcanin Tezi

Etrafta okuyup duruyoruz. Dinciler, dizayncılar ve liberal yandaşlarının öve öve bitiremeyip, yere göğe sığdıramadıkları Sam Huntington Amca’nın şu meşhur tezi hakkında bir başka bakış açısı için,

Emre Kongar’ın 2003 yılında yaptığı küresel terör konulu bir söyleşiden:

Huntington'a göre; Batı tektir, biriciktir, ulaşılmazdır. Bundan dolayı Huntington gibileri büyük birer Türkiye düşmanlarıdırlar ve tabii büyük bir Atatürk düşmanı. "Clash of Civilizations" kitabında Atatürk'e ve Türkiye'ye önemli bölümler ayırmış ve çok ciddi olarak Atatürk'ün vizyonunu ve mirasını yok saymaya çalışıyor. Teorileri Türkiye deneyiminin başarısız olmasına dayalı ya da diğer bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti'nin laik ve demokratik bir İslam ülkesi olarak varlığı, şu anda adamın bütün teorilerini yok ediyor. İslam uygarlığından Batı uygarlığına geçmiş, laik ve demokratik bir Müslüman ülke olarak, Türkiye Huntington tezlerinin yanlışlanmasının somut bir örneği. Dolayısıyla, Türkiye'ye ve bu ülkenin kurucusu Atatürk'e çok kızıyor Huntington. O açıdan diyor ki: "Türkiye, Sovyetler Birliği çöktükten sonra Rusya'nın Lenin'i yoksaymasından daha şiddetle Atatürk'ü yadsıyacak bir lider bulmadıkça ve tamamen Atatürk ilkelerini geri çevirmedikçe, düzelmez". Böyle inanılmaz bir tezi var.

Bitmedi:

Huntington medeniyetlerin birbirlerinden çok farklı, çok ayrı, adeta su geçirmez kompartmanlarla ayrı ve birbirleriyle benzeşemez olduklarını iddia ediyor. Hatası şu: "Kuzey Amerika , Batı Avrupa ve Avusturalya Batı medeniyetidir, başka hiçbir medeniyet bunlara benzeyemez" demesi. Katolikleri, örneğin Güney Amerika'yı, Ortadoksları, Yunanlılar'ı ve Ruslar'ı bir kalemde harcaması ve Batı'ya dahil etmemesi ise cabası. Bu arada Osmanlılar'ı falan hemen ayırıyor ve kendisi de zaten olmayacağını bile bile "Ey Müslümanlar, siz kendi değerlerinizde kalın" diyor. Örneğin "Kadın kapalı olsun, iki kadın bir erkeğe eşit olsun" gibi. "İnsan hakları gibi değerler emperyalist empozelerdir" diyor. Bu kanımca gayet mantıksız bir tez.

Eğer dinler arası bir fark varsa, o dinlerden kaynaklanmıyor. Osmanlı İmparatorluğu geri kalmış olduğu için, endüstrileşme devrimini kaçırmış olduğu için İslam dünyası geri kaldı. İslam kendi özünde gerici bir din değildir. İslam dünyasında Osmanlı İmparatorluğu eğer endüstrileşmeyi kaçırmamış olsaydı ve yeterince endüstrileşmiş olsaydı, Müslümanlıkla Hıristiyanlık arasında hemen hemen hiçbir fark kalmazdı ki zaten başta da yoktur. Sonuçta, her ikisinde de baş örtüsü gereklidir, her ikisinde de kadın günahkardır, her iki dinde de faiz haramdır gibi. Batı endüstrileşmeyi yaşamış ve Hıristiyanlık da toplumla birlikte gelişmesini sürdürmüştür. İslamda bu olmamış, onun için hala feodal dönem değerleri devam ediyor.

Fark buradan kaynaklanıyor. Yoksa uygarlıklar arasında böyle din farklarından kaynaklanan, adeta genetik farklardan kaynaklanır gibi algılanan bir düşmanlık yok, bir ayrım da yok.

Boşuna değil, dini "bütün" kardeşlerimiz Sam Amcalar’ını pek bi seviyorlar. Başörtüsü, sıkmabaş söz konusu olunca bir numaralı insan hakları, kadın hakları savunucuları kesilen bu güruh için kadın haklarını gerçekte yerin dibine sokarak iki kadın = bir erkek diyebilen bir Sam Amca zihniyeti elbette bulunmaz bir nimet olmalı... Evir çevir, ısıt ısıt servis yap. Ama yemezler.



Öhöm, sinirlenmeyeyim...

Salı, Kasım 28, 2006

Bakınma/Okuma Önerileri

-Yakın bir arkadaşımız ile onun yakın bir arkadasının kurduğu bir site var, www.biocomicals.com diye. Bilimsel içerikli espri ve geyiklerden hoşlanıyorsanız bir bakın derim, güzel bir site olmuş. Ben seviyorum böyle çizimleri. Sitede moleküler biyoloji alanında olanlar icin bazı yararlı bilgiler de var, konferans zamanları vs gibi. Asağıdaki benim begendiğim çizimlerden bir tanesi :)


-Bir diğer önerim de Cumhuriyet'te Mustafa Balbay'ın Devlet Arşivlerinde Radikal İslam adlı yazı dizisi. Cumhuriyet'teki yazıları netten okumak abonelik gerektiriyor. Yılda 100 YTL nereye vermiyoruz ki?.. Neyse, sunuş yazısı şöyle:

Tarikatlar ve radikal İslamcı akımlar, Türkiye'nin en ciddi iç barış konularından birini oluşturuyor. Devlet dine, inanç ve ibadet özgürlüğü çerçevesinde bakıyor ve bunun gereklerini Diyanet İşleri Başkanlığı organizasyonunda yerine getirmeyi benimsiyor. Ancak bu dini gruplar dini salt inanç ve ibadet özgürlüğünden öte, yaşam biçimi ve devamında devlet biçimi olarak görmek istiyor. İşte bu noktada devlet kurumlarıyla bu görüşü savunan dini gruplar karşı karşıya geliyor. Bu yazı dizisinde ağırlıklı olarak güvenlik birimlerinin iç tehdit de oluşturabilecek gruplarla ilgili raporlarını ve özel çalışmalarını konu edineceğiz. Dini siyasete, ticaret ve toplumsal önderliğe alet etmek isteyenler, bu tür çalışmalara ''Müslümanların fişlenmesi'' damgasını vuruyor. Hemen vurgulayalım, ne bizim böyle bir amacımız ne de araştırmaya konu ettiğimiz raporların böyle bir ana fikri var. Başlıca sorun dinin iktidar için kullanılması. Bu yolda benimsenen yöntemlerin de teröre kadar gidebildiğini anımsatalım. Bu dizide, Türkiye'deki etkin tarikatları, güçlerini, bu tarikatların içinde de yuvalanabilen radikal İslamcı örgütleri ve temel hedeflerini, bunun yanı sıra İran başta olmak üzere öteki İslam ülkelerindeki akımların Türkiye'ye etkilerini bulacaksınız.


-Bu arada türkçe klavye ile kasmaya başlamış bulunuyorum sonunda. Vatana millete hayırlı olsun. En çok da i'nin yerini garipsiyorum, ama zamanla olacak gibi...

Çarşamba, Kasım 22, 2006

Tatil

Tatil, hem de yemekli tatil olunca pek iyi oluyor. Iste bizim gecen seneki baba hindi. Hani pismisinin resmini koymamistim, kismet bu seneyeymis :P

Bu sene baska planlarimiz var. Yakinda gorusmek uzere herkese Happy Thanksgiving!

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Kavramlarla oyna$mak

Simdilerde son moda bazi kavramlari tartisiyor gibi gorunup onlarin iclerini bosaltmak. Ben buna kisaca kavramlarla oynasmak diyorum. Kendini bilmezin biri kuyuya bir tas atiyor, sonra bir kalabalik, bir gurultu, cik cikabilirsen isin icinden. Okuyoruz internetten “seviyeli ve entellektuel acidan doyurucu” tartismalari. Sinirlerimiz el verdigi olcude elbet.

En moda tartismalardan birisi de birey laik olur mu tartismasi. Bazi cesitlemeler soyle:

-Efenim, birey laik olmazmis cunku zaten kendisi bir dine mensupmus, nasil tum dinlere esit yaklasirmis?

Eeee, hosgoru diye bir sey duydunuz mu hic hayatinizda?

-Ancak devlet laik olabilirmis, ama Turkiye de zaten ne bicim laik devletmis? Bir kere Diyanet Isleri Bask. devlet kurumuymus.

Yolunda gitmeyen noktalari vurgulamasi bireyin en demokratik hakkidir. Altyapi saglam olabilir ama siva curuktur, bakimsizdir. Ama sirf kendi isinize gelmiyor diye binayi yiktirmaya kalkarsaniz kendi goruslerinizi karsi tarafa dayatmaya baslamis olursunuz. Gelgelelim, bireyin laik olamayacagini savunanlar zaten birey olmak, vatandas olmak, modern toplum mensubu olmak benzeri kavramlari da ici bos bulmaktalar. O yuzden anlayana sivirsinek saz…

Anlasilmasi gayet basit bir kavram olmakla birlikte ders kitaplarinda yer aliyor olmasi anlamini azaltmaz. Tanim basit. Din ve devlet islerinin birbirinden ayrilmasini kavrayabilmis birey laiktir. Birtakim cevrelerin kendilerine gore yaptiklari laiklik tanimlariyla uyusmuyor olabilir, ama “adam olana” bu tanim coktur bile.

Asil bu ne bicim bir celiskidir?: Hem kendi ulkenizdeki demokratik olusumun temeli olan kavramlarla oynasakcasiniz, hem de o cok elestirdiginiz batinin benzer nimetlerinden isinize geldigince yararlanacaksiniz. Hatta olayi yalakalik boyutuna vardirip, onu da asip bir asagilik kompleksine kadar gotureceksiniz. Ornek: O. P. Nobel aldi. Nobel!!! Biz kim oluyoruz da Nobel’i sorguluyoruz? Tabii ya biz kimiz ki, ne anlariz boyle odullerden? Ne anlariz dunyanin isleyisinden? Haddimize mi? Biz resmi tarihe inanan hodukleriz, kafatasciyiz. Paranoyagiz, eski kafaliyiz.

Insan dunyada az cile cekmiyor. Ama olmus olmak da zor zanaat. Bir oluyorsunuz, arkanizdan herkes konusuyor; iyi-kotu, yerli-yersiz, hakli-haksiz. Cile olmus olan icin bitmis olsa da o kisiyi gercekten anlayanlar, manevi mirascilari icin daha yeni basliyor oluyor. O yuzden meydani bos birakmamak gerek.

Çarşamba, Kasım 15, 2006

Hava da benim gibi s1k1ntili bugun. O hic olmazsa icini dokuyor, sabahtan beri yagiyor yagmur. Peki ya ben? Aksam oldu, hala canim neden s1kk1n onu anlamaya calisiyorum. Cope giden bir gun… Neyse, olsunmus.

Pazartesi, Kasım 13, 2006

Corba, film, vs...

Blogdaki havayi biraz olsun dagitasim var. Sucugum da bahsetmis, manasiz seyler yaziyorum diye. Biraz ben de oyle yapacagim korkarim. Korkmayayim, yogurt koyayim yanina. Iste, ilk manasiz ve yogurtlu konumuz gittigimiz thai restorani. Daha once bazi arkadaslardan methini duymustuk ama gitmek gectigimiz hafta sonunaymis. Cuma aksami restorani bulmaya calisirken bir de trafige yakalandik iyi mi. Aaa, bu sehirde trafik de oluyormus da bizim haberimiz yokmus, bak sen durumlari yasadik. Thai restoraninin ambiyansi superdi. Kendi halinde bir yer, giriste birisi piyano caliyor ve yanindaki kasada birileri oturmus sohbet ediyordu. Masalarda tipik thai motifli ortuler falan. Akvaryum da var miydi ortamda hatirlayamiyorum simdi, ama olsaydi pek yakisirdi oraya, o sekil bir yerdi. Karnimiz da acikmisti, ilk is birer corba soyledik. Ben en sevdigim olan tom kha’dan soyledim, Erik de tom’lu baska bir corba. Tom kha sekilde goruldugu uzere hindistan cevizi sutu, lemongrass, galangal koku, kisnis, limon cicegi yapragi ve chili biberlerinin muhtesem uyumundan ortaya cikmis bir saheser pardon corba. Yok boyle bir lezzet. Erik’inki de benzer lezzette ama icinde hindistan cevizi sutu olmayan bir corbaydi. Icimi daha hafif. Bu corbalar gecenin yildizi oldular. Ben evde de yapmistim bir kere ama bu nerdeee, benim yaptigim nerdeydi yani… Uzakdogu yemekleri icinde en cok thai yemeklerini seviyorum galiba. Gerci digerlerini de seviyorum kalpleri kirilmasin, ama thai’n yeri ayri.

Aksam icin ben biraz sifayi kaptigimdan evde oturalim dedik. Blockb.’a gidip bir seyler kiralamaya karar verdik, evde bir suru film izlenmek uzere bizi beklerken. Kiralayinca daha ciddi bir durum oluyor, kesin izleriz o zaman diye. Neyse, bunlari kiraladik. Ilk is Cuma ambalesi kafayla Break-up’i izlemek oldu. Sonunun niye oyle bittigini hala anlayabilmis degilim, bence bir sans daha verebilirdi kiz. Bir umitle alternatif bitisi izledik, ama o da hayalkirikligiydi. Canim, her film de mutlu sonla bitecek degil. Bu arada, bu patlamis misirlar cok kotuydu. Asiri yagli yapmislar, ustelik kettle corn lezzeti ile hic alakasi yoktu. Sokak senlikleri oldugu zaman ilk is koca bir torba kettle corn alinir. Gercegi harika bir sey. Ama her dakika da sokak senligi olmuyor maalesef… Hele de soguk kis gunlerinde hic :(

Dun aksam da BarbarianInvasions’i izledik. Guzel bir filmmis bu. Konusu hayli depresmis ama film bana pek oyle gelmedi izlerken. Sanirim mesaj yerine ulasmis… Filmin ana karakterinin tarih profesoru olmasi ise ayri bir guzellikti. Ogretici de oldu bir yandan.

Bir de PrairieHomeCompanion’u kiralamistik. Aman allah, bu kadar s1k1c1 bir film izlemeyeli epey oldu sanirim. Tipik bir RobertAltman filmi, b1r b1r b1r insanlar konusuyorlar, kimse digerinin ne dedigini dinlemezken bizden/izleyicilerden nasil bekliyorlar dinlememizi onu hic anlamadim. Sinemada izlerken uyuyakaldigim tek filmin GosfordPark oldugu dusunulurse bu film ninni gibi geldi bana, icinde sarkilar filan da var. Neyse efenim, itiraz ettim, dvd player ve televizyon bizim degil miydi, kapattirdim. Zavallim Erik biraz izliyordu ama benim horlamam miiii, yoksa film mi diye dusunup tercihini yapmis olmali.

Dun bir ara disari ciktim. Komik bir sekilde bir antikaci dukkani kesfettim. Dukkan da dukkan irisiymis, neredeyse hangar. Ilginc seyler vardi. Eski pusku esyalara bakarken bu esyalarin sahipleri simdi neredeler, hayattalar mi acaba, nasil bir kisilikleri vardi seklinde dusunceler icinde kayboldum. Orijinal retro mobilyalar vardi, ama dikkatle bakinca ustune oturur oturmaz yaylarinin adamin poposuna saplaniverecegi seziliyordu. Ben de oturmadim. Zaten oturmak yasak demisler kardesim, allaallaaa…

Bos konustum, iyi geldi. Is guc derken bir pazartesiyi daha devirdik, yarin gene burdayim, beklerim, iyi bir hafta dilerim herbirkeslere…

Senaryo

Hih… Senaryo cok basit aslinda. Ezilenin yanindaymis gibi gorunup ezme, birlestirici gibi gorunup bolme, ozgurluklerin yanindaymis gibi gorunup baski politikasini destekleme senaryosu bu. Tabii demokratik olmak bas kosul. O olmadan mesrulastiramazsiniz argumanlarinizi. Giyilen bir eldiven demokrasi, pis islerle ugrasmak icin. Firlatilip atilacak daha sonra. Ve muradimiza erecegiz… Sasirtici bir benzerlik sizin de dikkatinizi cekmiyor mu? ABD de son elli yilda isgal ettigi onlarca ulkeye demokrasi goturdugunu iddia eder durur. Bir de bu bakis acisiyla okumakta yarar var bu roportaji. Bu argumanlar neyle ortusuyor tam olarak?

Bir odayi butunuyle kapkara boyayabilir, butun pencereleri ve pancurlari kapatabilir, butun kapi altlarina bez yerlestirebilirsiniz. Ama iceri sizan en ufak bir isik huzmesi bile sizin karanlik odanizin suratina bir saplak gibi iniverir.

Cuma, Kasım 10, 2006

Yasanmis bir olay

Yasanmis bir olay: Bir genc kizimiz kendisini iftara davet eden baska bir genc kizimizin evine gidiyor. Giderken yolda eli bos gitmeyeyim diye ugrayip marketten baklava satin aliyor. Ev sahibi kiza veriyor baklavayi. Kiz icindekilere bakiyor. Aa, bunun icinde vanilya ozu kullanilmis. Biz yiyemeyiz diyor. Oldugu gibi atiyor cope. Diger kiz saskinlik icinde. Biraz aliniyor ama gene de aciklamak istiyor. Bak diyor, vanilyanin icinde cozundugu etil alkolun kaynama derecesi 78. Bu baklava 200 derece firinda pisiyor. Mumkun degil icinde alkol kalmis olmasi. Bu kizlarin ikisi de kimyager, ABD’de kimya doktorasi yapiyorlar. Yok, ikna edemiyor diger kizi… Bildiniz… Bu diger kiz malum cemaatten…

Bu nasil bir beyin yikanmasidir ki yoluna baskoydugu meslegini bile hice saydirabiliyor insana? Aptallik deyip gecemiyorum, bunun otesinde bir sey bu. Dindar olmak mi bu? Yok, bu olsa olsa dinci olmak olur. Kitapta ilk emir oku ise ve sen de “okumus” isen bu sekilde davranmak niye, nasil, neden? Sormaktan bikmayan bizleriz, bu sorulari asil sormasi gerekenler ise yaptiklarindan bu kadar mi bihaberler?

Bu mantiga sahip bir insanin soyledigi hangi seyi ciddiye alabiliriz, almaliyiz? Kalkip da ben basimi kendi istegimle ortuyorum dediginde ilk inanmayacagim sey bu oluyor, kimse kusura bakmasin! Bu sekilde beyni yikanmis bir insani, bir kadini herkes her amac icin kendine alet edebilir. Bugun basini ortturur, yarin kicini bile actirir. Cunku dusunce yetisini yitirmis birisi vardir artik muhatap.

Biliyorum bu soylediklerim cok klise oldu artik. Boyle yuzlerce hikaye vardir. Ama bazen bu kliseler kulak dolgunlugu yapiyor, ustunde durmaz olunuyor. Hatirlamakta, tekrar degerlendirmekte yarar var. Kizlarimiz, kadinlarimiz kendilerini bu tur bir mekanizmanin icinde buluyorlar, baski goruyorlar, taa cocuk yastan. Oyle yetistiriliyorlar. Ama akil gene onlarin. Kimse onlara mumin olmayin demiyor. Mumin olun, ama birey de olun, gozunuzu seveyim. Yillar yili zaten hakedilmis olan bu haklari Ataturk kullanma imkani verdi Turk kadinina. “Gelismis” medeniyetlerden bile cok once. Kiymetini bilin.

Bir 10 Kasim daha geldi. Ataturk’u yasadigim her dakika ozlem, hurmet ve saygiyla aniyorum bir Turk kadini olarak, 10 Kasim, 11 Kasim, 12 Kasim…Varoldugum surece.